Ahmet Balad Coşkun

İstanbul’da dünyaya geldi. Tıp ve psikiyatri eğitimi gördü. Çeşitli dergi ve gazetelerde öykü, şiir ve denemeleri yayımlandı. Psikiyatri ve psikoloji alanında edebiyat ve düşünce konulu bazı dergilerin çıkarılmasında yer aldı.

Edebiyat dünyasında romanlarıyla adını duyuran Ahmet Balad Coşkun, bu türdeki ilk kitabı İspinoz (2011)’da cenin hâlindeki kardeş adayının bir kuş tüyü marifetiyle yok edilişine tanıklık etmiş isimsiz bir kahramanın kendi tarihine, daha doğrusu bebekliğine yaptığı yolculuğun öyküsünü anlatır. Yazar romanda; bir yandan kahramanın bilinçdışında taşıdığı “bebeklik öyküsünü” görmeye davet ederken, diğer yandan sıra dışı bir kurguyla, biraz da okurun, hayatı ve kendini yeniden görmesini, dinlemesini ister. İkinci romanı Fransız Balkon (2012), yalnızlık ve çaresizlik teması etrafında döner. Eroğlu, romanı şu cümlelerle değerlendirmiştir: “Fransız Balkon’da bizi bir yatalak hastanın düşlerine dâhil ediyor. Romanın ana karakteri bir ALS hastası. Bedensel işlevlerini yerine getiremese de beyni normal insanlar gibi çalışıyor. Hatta öylesine derin hayaller kuruyor ki tarihin en eski fantezisine götürüyor bizi; babayı öldürmek. Ahmet Coşkun, roman kahramanını Stephen Hawking’le ilişkilendirmiş. Hawking’in hastalığına rağmen hayatın çok içinde olup yeni keşifler yapmasını irdeleyen Coşkun, onun bilinçdışı arzusunu ortaya çıkarmış. Yazar, Hawking’i belki de kariyerindeki bu noktaya getiren arzunun babayı öldürme fantezisinde gizli olduğunu söylüyor.” (Eroğlu 2012).

Yazar Acuka (2012)’da okurunu; incinmiş, örselenmiş, engellenmiş bir roman kahramanının iç dünyasına davet eder. Romanda; kamburunu, kısa boyunu, cılız bedenini, sırtındaki eğriliği taşımaktan yorulmuş bir adamın, Acuka adını taktığı komşusu Madam’a duyduğu aşkın, daha doğrusu karşılığı olmayan bir tutkunun hikâyesi anlatılır. Coşkun, bu hikâyeyi anlatırken, roman kahramanının bunalımını sakatlığın bıraktığı bir maraza indirgemeden; sevgisizlikten, annesizliğin, kadınsızlığın yok edici yalnızlığından kaynaklanan çaresizliğini, acısını ve öfkesini, çarpıcı bir kurgusuyla gözler önüne sermiştir. Gülüşün Çürümüş Menteşesi (2019), savaş ve göç izleği etrafında döner. Suriyeli, Ukraynalı, Afganistanlı mültecilerin İstanbul’da, Silopi’de, kilisede, sığınmacı kamplarında kesişen yolları ekseninde; okur, düşle gerçek arası bir anlatıyla karşılaşır. Yazar, olayları büyülü gerçekçiliğe yakın bir atmosferle anlatır. Gülüşün Çürümüş Menteşesi’nde savaşla savrulan, göçe zorlanan hayatları puslu bir bakışla okuyabilmek mümkündür. Coşkun’un romanlarında derin bir psikolojik arka plan vardır ve bireyi merkeze alarak topluma uzanır.